ALLAH’A KÜSEN KENDİNE KÜSMÜŞ OLUR
Allah’la arası hiç iyi olmayan bir tanıdığım var. Uzun senelerdir içten içe üzgün, dertli, kederli. Allah yoktur demiyor lakin O’nun varlığından şüphe ediyor. Yeryüzünde ve kendi hayatında şahit olduğu bunca kötülüğü aklı almadığı için bir nevi sitemli, öfkeli. “Madem bir Allah var, bunca kötülük neden başımıza geliyor” şeklinde gizli bir serzeniş geziyor gönlünde.
Elbette kimsenin hayatına tam manasıyla intibak edemeyiz, herkeste tecelli farklı, insan bir muamma. Lakin bu tanıdığım, Allah’a küsme sebebi olarak temel bir nedene sarılıyor, bunu az çok biliyorum. Şöyle diyor:
“Bunca senedir Allah’a yalvardım, beni hiç duymadı…”
Belli ki içi incinmiş, gönlü kırılmış, kaldıramayacağı bazı imtihanlar yaşamış. Çare olarak Allah’a sığınmış, O’na yalvarmış, dua ve niyazlarda bulunmuş. Fakat bir karşılık alamadığını düşündüğü için, bu acılı süreçler kendisi için daha da içinden çıkılmaz bir hâl almış, gizliden gizliye inançsızlığa yakın bir noktada asılı kalmış. Yani aslında inkara dili varmıyor lakin imana da gönlü atmıyor.
Ben kendisiyle bu konuyu uzun uzadıya pek konuşamadım henüz, biliyorum ki her şeyin doğru bir vakti var, belki günün birinde daha derinlere dalıp asıl kavgasının kendisiyle olduğunu anlatma imkanım olur.
Evet, kavgası kendisiyle, bunu hissediyorum. Çünkü zahiren Allah’a küsmüş olsa da hakikatte kendisiyle de barışık değil gibi. Belli ki içinden çıkamadığı zorluklar yaşamış, kendisiyle gerçekçi bir yüzleşme yerine belki de en son düşünülecek şeyi yani hemen Allah’ı suçlamayı yeğlemiş.
Neden böyle yaptığına dair birkaç düşüncem var, arından da bir küçük reçete olarak bazı fikirlerimi paylaşmak isterim.
Allah’ın merhametine dair şüphemiz yok aslında, inançlısı da inançsızı da, hepimiz içten içe bunu biliyor ve hissediyoruz. Allah’a küsen ve sitem eden birçok insan, esasında yine O’nun merhametine olan inancından dolayı böyle yapıyor. Çünkü O’nun biz aciz kullarına kolay kolay kızmayacağını, haksız sitemlerimiz ve yersiz öfkelerimiz karşısında bizlerden sevgisini esirgemeyeceğini hissediyoruz.
Allah öyle bir kapı ki kullar için, o kapının bize hep açık olduğuna dair büyük bir müjde taşıyoruz derinlerimizde, o yüzden bazen biraz naz, bazen biraz bozuk ruh hâli eşliğinde, Rabbimizle çocuksu kavgalar ediyoruz.
Bir nevi hıncımızı, kızgınlığımızı, öfkemizi ve sitemlerimizi kendimizden değil de Allah’tan çıkarınca son etapta bizi hoş göreceğine, büyüklük edip sözlerimize aldırış etmeyeceğine dair umut taşıyor olabiliriz.
Biz ne kadar saygısız, edepsiz ve haksız olsak da Rabbimizin affediciliğine ve büyüklüğüne dair inancımız tam aslında. İşte bu yüzden, hayatın sayısız yükü ve zorluğu karşısında, Allah’a sitem eden ve içten içe küsen herkes, bir bakıma mazur görülebilir çünkü onları bu iklime sürükleyen çoğu zaman başka sebepler olabiliyor.
Arada kalmışlık hâli, ne yapacağını bilememek, eksik itikad vs. insanı manen çukurlara sürükler, Allah hepimize istikamet üzere bir ömür nasip etsin, dört bir yandan kalbe saldırı var iken ayaklarımızın kaymaması sahiden zor.
Diğer yandan, yeryüzündeki kötülükler ya da yaşadığı ağır dramlar yüzünden Allah’a küsen, sitem eden herkes, bir nevi doğrudan Allah’ı suçlayarak kendilerini hakkıyla masaya yatırmayı ıskalıyorlar gibi. Yani çoğu zaman kendi zalimliğimizi, kötülüğümüzü görmemek işimize geliyor, kendi haksızlıklarımız ve fenalıklarımız konusunda samimi bir özeleştiri yapamıyoruz.
Hâl böyle olunca, suçlayacak, kötüleyecek, haksız bulacak birileri arıyoruz. Bu anlamda, aslında hiç yanaşılmaması gereken bir uçuruma yanaşıyoruz ve olan biten her şeyin sebebi olarak Rabbimizi hedef tahtasına koyuyoruz.
Sitem ediyoruz O’na, kızıyoruz, öfkeleniyoruz. “Başıma bunlar neden geldi?” diyerek adeta O’nu sorguya çekmek istiyoruz, güya merhametimizin fazlalığını da belirtme niyetiyle olan bitenden razı olmadığımızı belli etmek için “Allah var ise böyle olmazdı, ben artık inanmıyorum hiçbir şeye” demeyi tercih ediyoruz.
Evet, ince bir nokta bu, çünkü bu vadide birçok ayak kaydı, bu kaygan zeminde birçok gönül eğrildi. Allah’a kötülük ve zulüm yakıştıranlar, kendi hayatlarında ne denli zalim ve kötü olduklarını iyice bir yoklamalı, gerçeği bizlere olmasa da kendilerine itiraf etmelerinde büyük fayda var.
Çünkü belki de hayatlarının en haksız yakıştırmasını ve en asılsız yansıtmasını yaptıklarını görmek hayatlarının bundan sonraki kısmında büyük güzelliklere vesile olabilir. Gerçekten insan Rabbine karşı pek nankör. O’nun sonsuz ikramları ve güzellikleri karşısında nasıl bir aldatmacaya kapılıyoruz da sitem, küslük, inkar vadilerinde başıboş dolanıyoruz, acı doğrusu.
Son olarak, inancımız bize son nefese kadar Rabbimizden umut kesmememizi öğütlüyor. Bu bir nevi hayatımız boyunca sürprizlere açık yaşamak demek, çünkü madem Allah her şeye kâdirdir, bütün açmazlarımıza, bütün çıkmazlarımıza çare var demektir.
Yani eğer sabırla Rabbimizle ilişkiyi kesmezsek, samimiyetle iletişimi sürdürürsek, imanın aydınlığında nice karanlığımız aydınlanacak, nice yükümüz hafifleyecek, nice derdimiz derman bulacak demektir. Bu noktada, herkes çok özel bir imtihan yaşıyor, Allah’tan umut kesmek bir nevi yaşarken ölmek demektir, Allah’a küsmek kendimize küsmenin, bütün umutlara veda etmenin diğer adıdır.
Allah’la kulları arasında kimse yoktur, çok özel ve biricik bir ilişkidir, bu doğru, lakin kulları Allah’a sevdirenlerden, Allah’ı da kullara sevdirenlerden bahsedilir hadis-i şeriflerde. Bir anlamda, yeryüzünde firasetli, hikmetli, basiretli tebliğciler olmaktır vazifemiz, insanlarla Allah’ın arasını bulma hususunda özel bir misyonumuz söz konusu.
Eğer bunu hakkıyla yapabilirsek, büyük bir bahtiyarlık düşer hissemize, bugünün en kıymetli vazifelerinden biri de şüphesiz ki budur. Peygamber Efendimiz bu özel misyonla ilgili şöyle bahseder:
“–Size birtakım insanlardan haber vereyim mi? Onlar ne peygamber ne de şehîddirler. Ancak kıyâmet gününde peygamberler ve şehîdler, onların Allâh katındaki makamlarına gıpta ederler. Nûrdan minberler üzerine oturmuşlardır ve herkes onları tanır.”
Ashâb-ı kirâm:
“–Onlar kimlerdir yâ Rasûlallâh?” diye sordular:
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Onlar, kullarını Allâh’a, Allâh’ı da kullarına sevdiren kimselerdir. Yeryüzünde nasîhat ederek teblîğciler olarak dolaşırlar.” buyurdu.
Ashâbdan Enes -radıyallâhu anh-, sordu:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allâh’ı kullarına sevdirmeyi anladık. Peki kullarını Allâh’a sevdirmek nasıl olur?”
Buyurdular ki:
“–İnsanlara Allâh’ın sevdiği şeyleri emrederler, sevmediği şeylerden de sakındırırlar. İnsanlar da buna itaat edince, Allâh -azze ve celle- onları sever.” (Ali el-Müttakî, III, 685-686; Beyhakî, Şuabu’l-Îman, I, 367)
İşte böyle..
Rabbimiz hepimize düştüğümüzde kaldıracak insanlar nasip eylesin.
Allah herkese kendisine doğru giden yolu kolaylaştırsın, bizleri asılsız düşüncelerin, yersiz suçlamaların eşiğinde manen felç bir hâlde bırakmasın.
O’nun lütfu, ikramı, iyiliği öyle çok ki bize, şükrünü artırıp nankörlüğünü bertaraf edenlere ne mutlu..
Allah kullarına zerre miktarı zulmetmez. Her ne yaşarsa yaşasın sabırla, imanla yol alanlara hikmet penceresinden nice güzellik gösterilecek ve elbette ki sabredenlerin ve salih amel dairesinden ayrılmayanların ecirleri eksiksiz ödenecek..
Son nefesine kadar Allah’a karşı hüsnü zannını koruyanlara selam olsun…
29 Ocak 2023 / Süleyman Ragıp Yazıcılar