Semt pazarlarında tezgâhının başında pazarcılar, gırtlaklarını yırtarcasına bağırıyorlar: “Gel vatandaş gel!”
Özellikle seçimler öncesinde belediye başkanları ve parti başkanları ve çevresindekiler, şehirlerin ve köylerin meydanlarında, kahvehanelerinde, kulakların zarını yırtarcasına bağırıyorlar: “Gel vatandaş gel!”
Politikacılar, aynı şeyleri televizyonlardan da dört yıl tekrarlıyorlar ki vatandaş unutmasın.
Hiç fakına vardınız mı bilmiyorum, Türkiye’de nüfusun hepsini “haydiiiiin” diye çağıran ve başarılı olan birileri de var.
Hem de her gün beş vakitte bağırıyor.
“Hayye ale’l-s-salah/Haydin namaza, Hayye ale’l-felah/Haydin felaha/kurtuluşa” diye çağırıyorlar.
Ramazan orucunda gördük, sabah namazı için okunan ezanla sahur yemeğine son verdik, akşam namazı için okunan ezanla orucumuzu açtık.
Oruca başlarken tekbirle başladık, açarken de tekbirle açtık.
Zaten dünyamızda ilk duyduğumuz ezanda da altı defa tekbir vardır.
Cenaze namazımızda da dört tekbirle yeni hayatımıza göç ediyoruz.
Onun için “En büyük Allah’tır” sözümüze alternatif put dikmekten uzak duralım ki iki dünyamızda da kurtulanlardan olalım.
İftar vaktinde 85 milyon oruçlu veya mazereti olduğundan tutamayan insanlar da, minareden, radyodan, televizyondan gelecek tekbir sesine kulak verme eğitiminden de geçtik.
Hani bazıları sorarlar: “İslam iktidar olsa ne olacak?” Ne olacağını ben de bilmem.
Yaşamadığımdan bilmem.
Yaşayanların hayatından hareketle söylüyoruz.
Dünyanın en sapa yerinde yaşayan, medeniyetten ve nimetlerinden mahrum, kötülüğün en uç seviyesizliğine tırmanan insanları eğiten Sevgili Peygamberimiz, en az sakr ve olmayan silahlar, o günün dünyasının en medeni insanlarının yapamadığı Sasani İmparatorluğu ile Bizans İmparatorluğu’na medeniyetin ne olduğunu öğretmişler.
Nedir o medeniyet?
Zengin malını, helal yollardan kazansa bile, yüzde iki buçuğunun her sene fakirin hakkı olduğunu, sadakanın sınırının yukarda sınırının olmadığını, çevrede aç yatan komşular arasında tok yatanın kâmil Müslüman olmadığını,
İslam’a göre yaşayan ülkede her fakire “zaruri ihtiyaç” yeme, içme, giyme ve barınma hakkı sağlamanın devletin görevi olduğunu,
İşçilerin sofrası ile patronun sofrasının eşit olması gerektiğini… gibi her konuda dengeyi sağlamakla görevli olduklarını anlatmışlar.
Hani Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:
“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin.”
İslam’ın bir tek emri, indirilişinden 1446 yıl sonra iki milyar Müslüman, Türkiye’de 85 milyonun yüzde doksan sekizinde bir şekilde ya veren el veya alan el oldu.
İslam da insanlığa, “Gel insanoğlu gel” diyor ama insanlık ailesini de bir aileye, bir guruba veya bir adama itaate çağırmıyor.
Bütün politikacıları, siyasileri, işadamlarını, askerleri, filozoflar, bilim adamlarını… herkesi insan olarak yaratan Allah celle celalühe çağırıyor.
Mesela, elli partiye ayrılan politikacılar, her şeyde birbirlerine muhalefet ederken iftar saat ve dakikasına muhalefet etmiyorlar.
Bir dakika önce iki dakika sonra iftar vakti emrini verseler kimse uymaz.
Bu da gösteriyor ki bu millet, hâlâ Allah ve Resulünün önüne kimseyi geçirtmemeye dikkat ediyor.
Bu hafta semtinizdeki semt pazarına gidiniz ve pazarcıların mallarını satmak için gösterdiği gayreti görün de ona göre İslami hizmetlerimizi gözden geçirelim.