İlk önce yüreklerimizde başladı Efendimiz’in (s.a.s) bahsettiği Vehn krizleri…
Büyük bir dünya sevgisi kapladı tüm benliğimizi. Daha çok kazanma hırsı, daha lüks yaşama arzusu, daha iyi evlerde oturma, daha iyi arabalara binme hayalleri işgal etti yüreklerimizi…
Sonunda ne davamıza, ne gariplere ne de merhamete yer kaldı yüreklerimizde. En son çıkan cep telefonu modeli bile İslami hedef ve arzularımızdan daha çok gündem oldu kalplerimizde…
Tüm dünyalık tutkularımıza, heva ve heveslerimize itinayla İslami kılıflar üretme konusunda büyük maharetler kazandık zaman içerisinde. Müslümanın zengini makbuldü ve itibardan taviz vermek zinhar caiz değildi çünkü…
Hem daha çok kazanırsak daha çok harcardık dava uğrunda. Fakat çok da dediğimiz gibi olmadı maalesef…
Cüzdanlarımız kabardı ama gözlerimiz doymadı. Kasalarımız doldu ama gözlerimiz doymadı. Makam koltuklarını doldurduk ama gözlerimiz doymadı. Belki aylarca giymeye sıra gelmeyecek elbise ve ayakkabılarla doldu dolaplarımız ama gözlerimiz doymadı bir türlü…
Sonra evlerimize sıçradı Vehn krizleri…
Daha geniş evlerin, daha lüks mobilyaların, mutfakların, perdelerin, bilmem kaç parça yemek takımlarının peşinde faize ve borca köle olduk her birimiz. Selin üstündeki çer-çöp misali bitmek tükenmek bilmeyen taksitlere savurdu durdu dünya bizi…
Yeni eşyalara ve mobilyalara yer açmak için ana-babalarımızı, afiyeti, huzuru ve bereketi çıkarttık evlerimizden. Ne o yemek takımlarını açacak akraba ve dost kaldı etrafımızda ne de o mobilyaların üzerinde oturacak huzur kaldı evlerimizde…
Sonra çocuklarımıza bulaştırdık Vehn hastalığımızı…
Rızka Allah kefildir dedik ama memur olmazlarsa aç kalacaklarını söylemekten de geri duramadık bir türlü. Bir diploma, dolgun bir maaş ve onlarca sınav peşinde yaşlandırdık evlatlarımızı. Daha yirmi yaşındayken ihtiyarlamış, sonu gelmez sınavların peşinde psikolog kapılarını aşındırmış, cebinde anti depresanla yaşayan, çökmüş nesillere dönüştürdük çocuklarımızı…
Dindar bir nesil için çıktımız yolda, takım elbiseleriyle, kravatlarıyla, parlak ayakkabılarıyla ve son model cep telefonlarıyla mini bir milletvekilciği gibi garip tipler dikildi karşımıza.
Bazen babasının ceketini giymiş gibi üzerinde birkaç beden bol duran laflar eden, daha bıyığı bile terlemeden ihaleden, bürokrasiden, atamadan, terfiden bahseden bir nesil…
Bazen de başörtüsü ve siyah gözlükleriyle, lüks ciplerin içinde muhafazakâr gecelere akan, kapalı ama tesettürsüz nesiller çıktı karşımıza…
Tüm önceliklerimiz değişti zamanla. Kapımıza gelen damat adaylarına Allah korkusu, namaz, ahlak gibi değerlerden önce maaş, sigorta, ev araba, sorar olduk. Sonunda evi ve arabası olan ama Allahtan korkmayan bir zalimin elinde tükenip gitmesini izledik kızlarımızın…
Namaz kılma oranının düşmesi, doların artması kadar gündem olmadı hayatımızda. Yurt dışına yapılan iş gezileri, yoğun bürokratik gündemler, İslami otellerin tatil rezervasyonları arasında kaybettik hayallerimizi, hedeflerimizi ve ideallerimizi…
AVM’lerimizdeki küçük mescidlerle, dizilerimizdeki başörtülü artistlerle, haremlik/selamlık havuzlarla, Kur’an ve Sünnete uygun, tarikat ehli devre mülklerle, tesettür defileleriyle yakalandığımız “vehn” hastalığına İslami kılıflar uydurabileceğimizi zannettik, ama olmadı…
Sonunda Efendimiz (s.a.s) bu nebevi uyarısına muhatap olmaktan kurtulamadık; “Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşecekler.” Bunun üzerine sahabiler şaşkınlıkla sorarlar: “Ya Rasûlullah, o gün sayımız çok mu az olacak?” Efendimiz (S.A.V.): “Hayır” der. “Bilakis, o gün sayınız çok olacak. Fakat siz bir akıntıyla sürüklenen çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de “vehn” verecek.” Bunun üzerine sahabilerden biri sorar: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” O da buyurdu ki: “Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek, ondan nefret etmek