Topluma mal olmuş hususlarla ilgili tartışmalarımızı; beyaz, siyah ve gri alanlara sınıflandırabiliriz. Bazen de konular kendilerini bu alanlardan birine konumlandırır. Beyaz alanlar, şeffaf olarak bilgi sahibi olduğumuza ilişkin kanaatlerimizle doludur. Siyah alanlar, bilgi edinmekte çok zorlandığımız konuları içerir. Gri alanlar ise kısmen bilgi sahibi olduğumuz, bilgi boşlukları bulunan konuları barındırır. Siyah ve gri alanlar, üzerinde manipülasyon yapmaya, komplo teorileri üretmeye izin verdiği gibi, doğru bir takip ile bizlere gerçekte ne olduğunu ortaya koyabilen alanlardır. Bu yazımda, Fulbright konusunun bu alanlardan hangisinde olduğunu okuyucularıma ifade etmeye çalıştım.
Kimilerine göre Fulbright bir efsane ve komplo teorisi, kimilerine göre görünen amacının dışında misyonlar yüklenmiş, perde arkasına gizlenmiş bir oluşum. Bana “Siz ne düşünüyorsunuz?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Elbette yazının sahibi olarak sizlerle fikrimi paylaşmam gerekiyor. Benim için Fulbright beyaz alanda yer alan, görünen amacının ardına Türkiye aleyhine misyonlar yüklenmiş, üstüne yasalarla korunma altına alınan bir oluşum. Bu fikrimi açıkladığımda, Türkiye’de “Fulbright bir efsanedir.” diyen önemli bir kesimi karşıma almış oluyorum. Bu nedenle delillerle Fulbright’ın varlığını ve gizli amaçlarını ifade etmem gerekiyor.
“Efendim internette küçük bir araştırma yaptığınızda Fulbright’ın olduğunu zaten görebiliyoruz, bizler için de Fulbright beyaz alandaki bir konu, bu yazıyı neden kaleme alıyorsunuz?” eleştirisine ise, “durum sizin gördüğünüz gibi değil” cevabını vermem gerekiyor. Koca koca adamlar Fulbright’ın bir “karşılıklı bilgi, tecrübe ve araştırmacı mübadelesinden ibaret” olduğunu iddia ediyorlarsa, kaleme alınmaya değer bir konuyu çalışıyoruz demektir.
Kısa bir internet araştırması ile Fulbright’ın gençlerimize burs vererek ABD’de eğitim almalarına olanak tanıyan “ulvi amaçlara haiz” bir eğitim işbirliği anlaşması olduğunu okuyabilirsiniz. Hatta çok önemli isimlerin bu bursu alarak ABD’de eğitim almış oldukları bilgisine de erişebilirsiniz. Evet, kendisini bu gibi sosyal medya bilgisiyle donatanlar için Fulbright beyaz alandaki hayırlı bir gerçekliktir. Bu gibi bir internet araştırmasıyla aslında kendinizi bir illüzyonun içerisinde bulursunuz. İfade ettiğim gibi benim için de Fulbright beyaz bir alanda ancak ben, bana gösterdiklerinin değil, algı perdesinin arkasındaki Fulbright ile ilgileniyorum.
Şimdi delilleri ile Fulbright’ı beyaz alana konumlandıralım. Öncelikle yazımıza tarihten notlar düşmek lazım geliyor. Tarih, 27 Şubat 1946. Türkiye, ABD’den kredi yoluyla borçlanır ancak bu kredinin alınabilmesi için, ABD tarafından Türkiye’ye bir kredi anlaşması daha dayatılır. Bu anlaşma ile Türkiye, ABD’den 1. Dünya Savaşı artığı silahlar satın alacaktır. Nakit ihtiyacı olan Türkiye, bu şartları kabul eder ve yarısı hurda silah yarısı nakit olmak üzere iki kat daha fazla borçlanmak durumunda kalır. Tarih, 13 Mart 1950’yi gösterdiğinde, ödeyebileceğinden daha fazlasını borçlandığı için temerrüde düşen Türkiye, ABD ile borçlarını yeniden yapılandırma anlaşması imzalamıştır. Çözüm olarak Türkiye’nin yapılandırılmış ödemelerinin, ABD’de araştırmacı yetiştirilmesi için kullanılması yoluna gidilmiştir. Böylece Türk öğrenciler ABD’de eğitim alacaklar ve iki ülke arasında bilgi alış verişi ve dostluk artırılacaktır. Bu çözüm anlaşmasını, Fulbright’ın doğum tarihi olarak not defterlerinize kaydedebilirsiniz. Delil olması adına bizim adını Fulbright Anlaşması olarak bildiğimiz ve halen yürürlükte olan bu anlaşmanın uzunca olan ismini burada belirtiyorum: “5596 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti arasında imza edilen Anlaşma gereğince temin edilen paraların kullanılmasına dair Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti arasında imzalanan Anlaşmanın onanması hakkında Kanun” yani bizim namı diğer Fulbright Anlaşması. Anlaşmanın altındaki imzalar, ABD’nin Ankara Büyükelçisi George Wadsworth ile Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Umumi Kâtibi Faik Zihni Akdur’a aittir. O dönemde bakanlık müsteşarı konumundaki umumi kâtip düzeyinde imzalanan bu anlaşmanın gazetelerdeki arşiv kayıtlarını incelediğinizde, bizim cephemizde büyük bir sevinç havasının estiğini görebilirsiniz.
Bu anlaşma ile bugün adını “Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu” olarak bildiğimiz “Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu” kurulmuştur. Bu kurul; dört üyesi ABD vatandaşı, dört üyesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşmakla birlikte, komisyona Misyon Şefi ve nihai karar verici sıfatıyla ABD büyükelçisi başkanlık etmektedir. Gerektiği durumlarda nihai karar verici ise ABD Dışişleri Bakanı’dır. Oluşan komisyon yıllar içerisinde ABD’den Türkiye’ye öğretmen göndermiş, Türkiye’den ise ABD’ye seçilen Türk öğrencileri göndermiştir. Böylece bizim öğretmen olduğunu sandığımız birçok yabancı misyoner ve ajan Türkiye’nin milli eğitim sistemine dahil olup coğrafyamızda rahatça dolaşırken, birçok gencimiz ise ABD’nin kendisine burs vermiş olmasına karşı beslediği minnet duygusu ile bir bakıma asimile edilmiştir. Zaten bu burslar istisnalar olmakla birlikte ekseriyetle ABD ile işbirliği yapmaya uygun olduğu belirlenen kişilere verilmiştir. Çünkü bu bursu kimin alacağına ilişkin karar, ifade ettiğim gibi nihai karar vericinin ABD olduğu bir süreçle verilmektedir. ABD’nin bu uygulamasının Türkiye’nin ödeyemediği borcuna karşılık bir çözüm olarak icat edildiğini burada hatırlatmak isterim. Ancak ne tesadüftür ki bugün 155 ülkede Fulbright ikili anlaşması mevcut. Buradan Fulbright Anlaşması’nın aslında ABD’nin diğer ülkelerde sempatizan ve mümkünse emir eri yetiştirme projelerinden biri olduğunu anlıyoruz. Türkiye’de Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan ve üst düzey bürokrat seviyesinde Fulbright bursundan yararlanan isimlerin, siyasi parti liderlerinin kimler olduğuna ilişkin araştırmayı siz değerli okuyucularıma bırakıyorum. Elbette bu isimlerin tamamını ajan veya işbirlikçi ilan etmek haksızlık olur ancak ABD’nin Türkiye siyasetindeki ve bürokrasisindeki elini de inkâr edemeyiz.
Şimdi dikkatimizi “Fulbright, o yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’na müdahalede bulunmuş mudur?” ve “Fulbright halen Milli Eğitim Bakanlığı’nda etkin midir?” sorularına yönlendirelim. Bu anlaşmanın 6. Maddesi “Komisyon, işlerinin tedviri için lüzum göreceği nizamnameleri kabul ve icap eden komiteleri tâyin edecektir” şeklindedir. Bu madde tatbik olunarak, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde “Milli Eğitimi Geliştirme Komisyonu” adı altında, büyük çoğunluğu ABD’li danışmanlardan oluşan bir komisyon kurularak, bu Komisyon marifeti ile yıllar içerisinde ilkokul, ortaokul, lise, meslek liseleri ve imam hatip liselerinin, hatta üniversitelerimizin müfredatları adeta boşaltılmış, bilimsellikten, milli ve manevi değerlerimizden uzaklaştırılmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Dünya genelinde parmakla gösterilen bir milli eğitim sistemine ve müfredatına sahip iken, zaman içerisinde gerek öğretmen yetiştirme gerekse öğrenci yetiştirme konularında yurtdışına imrenir hale getirildik. Kendi kültürümüze uygun bir sistemi tesis etmek yerine bugün önemli siyasi bunalımlar yaşadığımız Finlandiya ve İsveç gibi ülkelerin eğitim sistemlerini örnek alır hale getirildik. Milli ve manevi değerlerimiz, çağdışı ve bilim dışı olduğu gerekçesi ile müfredatımızdan çıkarılırken, yerine bir yabancı dili öğretebilmekten aciz, Batı eksenli pozitivist bir yaklaşım yerleştirildi. Fulbright Anlaşması sonrasında milli eğitimde inşaat yatırımları haricinde dişe dokunur herhangi bir ilerleme sağlanamadı. Fulbright istedi, Köy Enstitüleri kapatıldı ve öğretmen yetiştirme ile ilgili hafıza kaybedildi. Yakın tarihimizde 28 Şubat Darbesi sürecinde meslek liselerinin altına dinamit koyan uygulamaların ve evlatlarımızın mesleki eğitimden uzaklaştırılmasının en büyük destekçisi “ABD’nin Fulbrightçı çocukları” oldu. Sanayiinin ihtiyaçları doğrultusunda bir mesleki eğitim verilemez hale getirildi ve ülke üretim kültüründen iyice uzaklaştırıldı. Üniversitelerimiz, dünya sıralamalarında, patent üretimlerinde, yayın sıralamalarında son sıralarda yer almaktan öteye gidemez hale getirildi. Son yıllarda ise LGBT ahlaksızlığının “toplumsal cinsiyet eşitliği” adı altında müfredatımızın ve eğitim sistemimizin içerisine zerk edildiğine şahit oluyoruz. Burada üzülerek belirtmek gerekiyor ki; ABD’nin planı işlemiş, borçlu olduğu ABD’ye olan mahcubiyeti yüzünden Türkiye, Milli Eğitimi Geliştirme Komisyonu’nun tavsiye kararlarını emir telakki etmiştir. Süreç içerisinde süregelen Komisyon tavsiye kararlarının milli eğitimimizde uygulanmasının en önemli destekçileri ise maalesef Fulbright burslusu siyasetçiler ve bürokratlar olmuştur. Bu nedenle “Fulbright, o yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’na müdahalede bulunmuş mudur?” sorusuna beyaz alandaki bir gerçeklik ile “evet” cevabını veriyorum. Bilemiyorum, sizlere göstermiş olduğum bu kadar delil, Fulbright’ı siyah veya gri alandan çıkarmaya, beyaz alandaki bir gerçeklik olarak Türkiye aleyhine bir oluşum olduğuna ikna etmeye yeter mi?
Son olarak; günceli temsil eden bir soru olması hasebiyle “Fulbright halen Milli Eğitim Bakanlığı’nda etkin midir?” sorusunu da cevaplamak gereklidir. Öncelikle belirtmek gereklidir ki Fulbright Anlaşmasına temel olan kanun halen yürürlüktedir. Bu kanun yürürlükten kaldırılmadıkça bu soruya cevap elbette “evet” olacaktır. Bu soruya en üst seviyen cevabı bir önceki Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, 1000 yıllık devlet geleneğimizin dışına çıkarak, Fulbright’ın müdahaleleri karşısında garantinin kendisi olduğunu mealindeki ifadeleriyle cevap vermiştir. Ancak şimdi kendisi Bakan değildir. Bu garanti acaba sahipsiz mi kalmıştır? Belki bugün ABD menşeili Milli Eğitimi Geliştirme Komisyonu kendisini göstermemektedir ancak günü geldiğinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın milli refleksler göstermesi halinde, bunun önündeki en önemli engellerden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Fulbright ve benzeri oluşumların Türkiye üzerindeki misyonlarının, Türkiye var oldukça, Ümmetin ve mazlumların umudu olmaya devam ettikçe asla sona ermeyeceği asla unutulmamalıdır.