Aslında sürekli gündemimiz olan meseleyi yeni yazı dizisiyle tarihten günümüze bir sayfa açıyorum. Batı medeniyetinin son beş asırlık macerasına birlikte bir göz atacağız.
Peki!
Beş asır önceki batı zihniyeti neydi!
Günümüzdekiyle kıyaslayıp, içimizdeki batı(L) aşıklarına bir nebze olsun hatırlatmalarda bulunacağım.
***
Jöntürklükle doruğa ulaşan batı aşkı, sonrasında ‘inanç-islam’ düşmanlığına dönüştürülerek devam ede gelmiş bir fikriyattır aslında.
Batı her platformda olduğu gibi burada da iki yüzlü davranmış, devşirdikleri kişiler ve kurumlarla asıl olan “İslam düşmanlığını” sürdüregelmektedir.
Düşmanlıkları reconquistas (yeniden başlama) hareketi ile 1492 sonrası 1556 yılında İspanya kralı 2. Philippe’nin Müslümanların dil ve dinlerini değiştirmeleri veya ülkesini terk etmelerini aksi takdirde öldürüleceklerini açıklamasıyla başlamıştır.
Bu başlangıç aslında batının Müslümanlar tarafından medeniyetleşmesinin-çağdaşlaşmasının durdurulması anlamına da gelmektedir.
İslam’ın altın çağı diyebileceğimiz 8.ve 10. Yüzyıllarda Fransa’nın Pireneler Dağlarından Filipinler’e kadar uzanan coğrafyaya “dünya İslam barışı” hakim olmuştu.
Bu hâkimiyet gönüllerin fethedilmesiyle gerçekleşmiş, bundan dolayı da çeşitli inanışlara sahip insanlar birlikte barış içerisinde yaşamışlardı. Bu coğrafyadaki barış ülkesine tarihte ENDÜLÜS ismi verilecekti.
Endülüs İslam Medeniyeti adeta ikinci bir “Asrı Saadet” dönemiydi.
Asrı Saadetin bilgi birikimi yaşam felsefesi Endülüs Medeniyeti’nde yaşanarak iyice pekiştiriliyordu.
Ayrıca ilimin Endülüs’e gelmesi Anadolu’da da aynı şekilde gerçekleşmiştir. Önce ilim ehli yetişmiş, talebeleriyle yerleşmiş, yaşantılarıyla İslami hayatı batılılara göstermişler.
Hz. Muhammed sav’de aynısını yapmadı mı?
Peygamberlik gelmeden önce ‘EMİN KİŞİ’ değil miydi?
Ebu cehil en azılı düşmanıyken servetini Hz. Muhammed sav’e emanet edermiş.
***
Ve tabi ki yapılan ticaret dolayısıyla batılı tüccarların Müslümanlardan birçok bilgi edinme, medeni yaşantıyı tanıma fırsatı olmuştur.
Endülüs Medeniyeti’ne kadar kiliselerin şiddetli baskısı altında yaşayan batılılar, bilim-kültür-sanat faaliyetlerinden yoksun olmalarının yanında hastalarını tedavi dahi ettiremiyorlar, tedavi edilmesi durumunda kilise tarafından aforoz edilip ‘dinden çıkmakla’ suçlanıyorlardı.
Bir diğer yobazlıkları ise kasabanın bir kızını her yıl törenle kasabanın meydanında öldürerek kurban ettiklerini sanmalarıydı. Nasıl İslam öncesi Arap Yarımadası cahiliyet döneminde kızları diri diri toprağa gömerlerdi, bir benzeri batıda devam ede geliyordu. Avrupa’nın bazı kasabalarında 19. yüzyıla kadar devam ettiği bilinmekte.
Batının Müslümanlarla bir diğer tanışma şekli ise haçlı ordularının Kudüs’e ulaşmak için Müslümanlarla yaptıkları savaşlarla olmuştur. Haçlı orduları arasında Müslüman coğrafyaya gelen ve savaş yanlısı olmayan gezginler-düşünce adamları buradaki Müslüman ilim erbabının kitaplarını, öncelikle latinceye ve batı dillerine çevirmek suretiyle batıdaki bazı insanların medenileşmesi söz konusu olmuştur.
Bu çalışmalarda Sicilya ve Endülüs başrolleri oynamışlar.
Müslüman ilim adamlarının yazdığı kitapların tercümeleri batıda yaşayan insanların düşünmesine ve sorgulamasına neden olmuştur.
Zira kilise din adamları insanlara yüzyıllarca kiliseye girerken akıllarını dışarıda bırakmalarını söylemişler, herkesin de kiliselere önemli bağışlar yapmalarını teşvik etmişler, bu sistemin ve kilisenin egemenliğinin bitmemesi için önlemler almışlar.
Böyle bir çağda Müslümanların Endülüs Medeniyeti adeta batı insanına Allah’ın büyük bir lütfu olmuştur…
Analizimize, devam edeceğiz!