Eğer insanlar ayrıştırılmışlarsa, aralarında duvarlar var demektir. Duvar, ayrıştırmayı tahkim eder. İnsanları ayrıştıran ve he türlü iletişimi koparan duvarları yıkıp, köprüleri inşa etmek ve sevgi tohumunu ekerek geleceğin umudu ve baharı olmak gerekir.
İnsanlar arasında duvar örenler, insanları ayrıştırmak isterler. Ayrıştırılan insanlar arasına nifak ve nefret tohumunu ekmek daha kolayca bir iştir. Böylece insanlar arasında düşmanlığı, nefreti körükleyerek, varmak istedikleri kirli hedefe ulaşmayı amaçlarlar. Bu tip insanlar, karanlığın temsilcileridir.
Sevgiye yoğunlaşmalı
Karanlık karakterli insanlar, varlıklarını başkalarının yokluğu üzerine inşa ederler. Bunlar, benmerkezci düşünürler. Yeter ki işleri yoluna girsin. Her şey onlar için meşrudur. Bu karanlık kişiler ve kişilikler, amaçlarına ulaşmada “nefret” kavramını kullanmada hiçbir sakınca görmezler. Oysa “insan”ı önemseyen ve ona saygı duyan bir hayatı tasavvur eden insanlar, “biz” merkezci bir anlayışa sahiptirler. Bu erdemli kişiler, varlıklarını bütün bir toplumun varlığıyla birlikte anlamlı görürler.
Onlar sevgi ve nefret ikileminde sevgi tarafına yoğunlaşmış insanlardır. Çünkü dünyayı kurtaracak olan sevgidir. Bir düşünür sevgi- nefret ikilemi konusunda şunları söyler: “Çivi, çiviyi her zaman sökemez. Nefrete nefretle karşılık vermek, nefretin katlanarak çoğalmasına, zaten yıldızsız kalan bu gecenin daha da karanlık olmasına yol açar. Karanlık, karanlığı defedemez; bunu sadece ışık yapabilir. Nefret, nefreti defedemez; bunu sadece sevgi yapabilir.
Bir yıkım girdabı içinde nefret nefreti, şiddet şiddeti ve kabadayılık kabadayılığı arttırır. Nefret, hayatı felç eder, sevgi ise özgür bırakır. Nefret, hayata karmaşa getirir, sevgi ise uyum. Nefret, dünyayı karartır, sevgi ise aydınlatır. İnsanlar, genelde birbirinden nefret eder; çünkü birbirlerinden korkar. Birbirlerinden korkar; çünkü birbirlerini tanımaz. Birbirlerini tanımaz; çünkü birbirleriyle iletişim kurmaz. Birbirleriyle iletişim kurmaz; çünkü birbirlerinden ayrıştırılmışlardır.”
Medeniyet tasavvurumuz
Bizim medeniyet tasavvurumuzda, “İnsanlar ya yaradılışta eştir veya dinde kardeştir.” Müthiş bir evrensel yaklaşım. Yine medeniyet tasavvurumuzda, bütün insanlığın babası Hazreti Âdem ve annesi Hazreti Havva’dır. Bütün bir insanlık, aslında bir ailedir.
Bu aile fertlerinin hayatlarını inşa ederken istikametlerini; iyinin, doğrunun, güzelin, sevginin ve erdemin yönünde inşa etmeleri büyük bir önem arz etmektedir. İstikamet olumsuz yönde olursa, inşa hareketi hiç kuşkusuz olumsuz olur.
Hayatımızın inşasında ilk basamak, tasavvurdur. “Tasavvurdaki milimetrik sapma, eylemde kilometrik sapmaya baliğ olur”. Bu nedenle tasavvur dünyamızı inşa ederken, erdemi, iyiyi, doğruyu güzeli esas almalıyız. Şahsiyetin inşası, akıl ve tasavvurun inşasından geçer. Varlık dünyasında insan hem inşa etme, hem inşa olma kapasitesine sahiptir. Bu yönüyle iki kutupludur.
Dünyamızın iyi ve erdemli insana su gibi, oksijen gibi ihtiyacı vardır. Bütün bir insanlık bunun arayışı içindedir. Kutlu İslam medeniyetinde, tasavvur, akıl ve şahsiyetin inşa edildiği dönem Mekke dönemidir. Hayatın inşa edildiği dönem ise Medine dönemidir.
Dolayısıyla, tasavvurun, aklın, şahsiyetin ve hayatın inşa edildiği bu döneme “Asr-ı Saadet” dönemi, yani “Mutluluk Çağı” denir. Bu dönem, insanlar arasında nefretin, kinin, “ben” merkezci anlayışın ve düşmanlığın tedavülden kaldırıldığı; iyiliğin, kardeşliğin, fedakarlığın, erdemin ve “biz” merkezci düşüncenin hayata hâkim olduğu dönemdir. Nefret odaklı anlayışın ve yaşamın sona erdiği, erdemli insanların inşa ettiği ve sevgi toplumunun inşa olduğu bir dönemin gelmesi dileğiyle…