Günümüz dünyasında yeni neslin ihtiyaç duyduğu en önemli şey değerlerdir. Kuşkusuz ki insana değer katan en önemli değer imandır, o olmadan hiçbir değerin anlamı yoktur. Sonra ahlak ve maneviyatı tamamlayan sorumluluk, duyarlılık, sevgi, saygı, dayanışma, adalet, cesaret, mürüvvet, merhamet, doğruluk, vefa, sabır, tutumluluk, yardımseverlik gibi erdemler gelir. Bunlar geleceğimizin inşasında çok önemli parametrelerdir.
Bu değerlerden yoksun bırakılan insanlar, ben-merkezci bir anlayışla hayatlarını sürdürürler. Attıkları ya da atacakları her adımda, çıkarlarının ne olduğuna bakarlar. Biz-merkezci bir yaklaşımın kıyısından geçmezler. Toplumsal duyarlılıkları yoktur. Bu tür kişiler sadece et, kemik, kan ve sudan oluştuklarını düşünürler. Bakış açılarında bir derinlik, olayların ve olguların arka planını görebilme feraseti yoktur. Kalp-merkezli bir bakış açısından, erdemli bir hayat anlayışından yoksundurlar.
İlim ve irfan
Bir bilge kişinin ifadesiyle; “İlim aklı, irfan kalbi ikna eder.” Bu güzel ve hikmetli sözü şöyle genişletebiliriz: İlim aklı, irfan kalbi hem ikna eder hem inşa eder hem de ihya eder. Neslimizin geleceğini inşa etmede, ilim-irfan merkezli bir yaklaşımı esas almamız bir zorunluluktur. Bu yaklaşım, bütüncül bir yaklaşımdır. İrfanı yok sayan bir anlayış, kalp merkezli medeniyeti dışlayan bir anlayıştır. İlmi yok sayan bir anlayış, aklı dışlayan bir anlayıştır.
Bu her iki anlayış da bütüncül yaklaşımı reddeden ve hakikati parçalayan bir anlayıştır. Oysa biz biliyoruz ki; “Parçalanan hakikat, hakikat değildir.” İrfansız bir akıl tasavvuru ve akılsız bir irfan tasavvuru kabul edilemez. Bu, akılsız bir kalp ve kalpsiz bir akıl tarzındaki bir düşünce biçimidir. Bu anlayış tarzının hiçbir gerçekliği yoktur.
Bu parçalayıcı ve tuzaklarla dolu anlayıştan uzaklaşarak, bütüncül ve fıtrata uygun insani ve İslami değerleri merkeze alan, iç dünyamızın sesine kulak veren, bizi biz yapan bir yaklaşımla yeni nesli inşa etmenin herkese ve her kesime büyük yararı olacağı aşikârdır.
“Fiyat odaklı değil, fıtrat odaklı” bir eğitimin inşasında, parçalayıcı değil, tamamlayıcı, muhataplarımızı “tanımlayıcı” değil, “tanıyıcı” olma hali vardır. Muhatabımız, kendisini nasıl tanımlıyorsa, o tanımlama üzerinden onu tanımak, öylece onu değerlendirmek ilmin ve objektif olmanın gereğidir.
Kalpte derinlik
Bilgiyi kullanırken hem “bilişsel”, hem “yapılandırıcı (inşa edici)” hem “İnteraktif (Etkileşimli)”, hem de “ontolojik” yanını dikkate alan dört başı mamur bir yaklaşım sergilenmelidir.
Her şeyin her şeyle bir bağının/ bağlantısının olduğunu, sebep- sonuç bağlamında varlık dünyasını düşünmenin, zihin dünyamızın gelişmesine ve kalp dünyamızın derinlik kazanmasına katkı yapacağı açıktır.
Değer odaklı bir zihin dünyasına sahip olan bireyler, sahip oldukları bilginin ve birikimin, kendilerine bir sorumluluk bilincini yüklediğini bilir. Bu bilinçle hayatını inşa eder. İçinde bulunduğu toplumsal katmana hem rol-model olur, hem de topluma ”katma değer” katar.
Aliya İzzetbegoviç; “Gökyüzünün öğrencisi olunmadan yeryüzünün öğretmeni olunmaz” diyerek yeryüzü ve gökyüzü arasında olması gereken ilişkiyi ve değer odaklı tamamlayıcı unsuru ortaya koyar. Yeryüzü-gökyüzü helalleşmeli.
Gökyüzünü dikkate almayan bir yeryüzü tasavvuru, eksik ve parçalayıcı bir tasavvurdur. Bu tasavvur, laisizmi doğurmuştur. İnsanlık bu tasavvurun bedelini ağır ödemiştir ve ödemeye devam etmektedir. “Bütün insanlığın kurtuluşu olmayan bir kurtuluş, benim de kurtuluşum olamaz” bütüncül yaklaşımı ve tasavvuru insanlığın aradığı ve beklediği tasavvurdur.