Sosyal ilişkiler ve iletişim; söz, hal ve yazı üzerine bina edilir. Bu kavramlar üzerine derinliğine tefekkür, tezekkür ederek ve aklederek geniş bir perspektifle yola çıkılırsa yol alınır. Söz demek olan kelam, “Konuşan canlı” demek olan insanı, diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliktir.
Kelam hem Yüce Allah’ın hem de O’nun halifesi demek olan insanın ortak özelliğidir. Allah celle celaluh, vahiy üzerinden insana kelamını iletirken, insan da dua ve zikir üzerinden Allah’a dileğini, talebini kelam ile arz eder.
İsfahanî kelamı şöyle tarif eder: ”1. İşitme duyusuyla idrak edilen şey, 2. İzi, eseri belli aşikâr olacak şekilde yaralama.” Demek ki kelam, hem idrak hem de yaralama özelliği olan iki tarafı keskin olan bir neştere benzetilebilir.
Hepimiz sorumluyuz
İçinde yaşadığımız bu haz ve hız çağında; neslimizin ıslahı, içinde yaşadığımız arzın imarı, varlık dünyasının ihyası ve geleceğimizin inşası, bizim sorumluluğumuzdadır. Bu sorumluluk bize; mikro evren, Zübde-i Alem (Alemin özü, özeti) ve Eşrefi Mahlukat (Yaratılmışların en şereflisi, en onurlusu ve en değerlisi) olan insanı; bu çirkef, bunalımlı ve buhranlı ortamdan sahili selamete kavuşturmak için yapmamız gerekenleri hatırlatmaktadır.
Nesip Hiçyılmaz der ki: “Kalk! Kalk ve kalbine secde ettir. İçine kapanma, secdeye kapan. Hakkıyla secdeye kapanan, eve kapanmaz. Sosyal sorumluluklarını ifa etmek için aşkla tutuşur, iradenin vadisine açılır, ilmin dağına tırmanır, varlığının güneşi batmadan yokluğun kuyusundan çıkar, bir kavanoza hapsedilmiş kelebek gibi yeryüzünde mahpus kalmaz, göklere göz diker, yıldızları mızrakla delip boynuna gerdanlık yapar.”
Hiç kuşkusuz; insanları ezel ve ebed nizamı İslam’a davet etmek, davet ederken; İslam’ın o nezih ruhuna uygun bir dil kullanmak durumundayız.
Yusuf Has Hacip der ki;
“İnsanın yüzü süsüdür,
Yüzün süsü gözdür.
Aklın süsü dildir,
Dilin süsü sözdür.”
Sözlerimiz dilimizi, dilimiz de aklımızı taçlandırır. Zira bütün bunlar, paha biçilmez değerlerimizdir. Bu değerlerin farkında olarak hayatımızı inşa etmeli ve bu inşadan zevk almalı, haz almalı ve tad almalıyız.
Sözün gücü
Sözün gücü hikmetle buluşursa, her zorluğu yener ve gücün sözü karşısında güç kazanır. Sözün gücü, gücün sözünden güçlü olmalı ki, insanlık insanlığın tadını çıkarsın. Sözün gücü; hikmetle, irfanla ve tasavvurla buluşursa, insanlık bundan azami derecede fayda görür. Hikmetle, irfanla ve tasavvurla taçlanan “sözün gücü” karşısında, “gücün sözü” tuz-buz olur.
“Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı”
Bizler, söz medeniyetinin çocuklarıyız. Dolayısıyla bu sorumlulukla hareket etmek durumundayız. Hazreti Lokman çocuğuna, “(Haya ) yürüyüşünde dengeli ol ve sesini yükseltme. Unutma ki, seslerin en çirkini (sesi yükseldikçe çirkinleşen) eşeğin sesidir” der. Bizler Hazreti Lokman’ın evladı gibi o hitabın muhataplarıyız.
Sesini yükseltenler, tepeden bakma anlayışına sahip oldukları için, buyurgan ve tahakkümcüdürler. Sesini yükseltenler, o sesten medet umarlar. Sözün gücü sesin yüksekliğinde değil, hikmetle donanmış yumuşak sestedir.
Sözde derinlik
Söz vardır, zihin dünyasının kilidini açar ve yepyeni ufuklar kazandırır. Söz vardır, basireti bağlı insanların basiretini açarak yepyeni bir dünya kazandırır. Söz vardır, hayata katma değer katarak, bizleri hayatın bu keşmekeş halinden alarak, yeni ve hayat dolu pencereler açarak, geleceğimizin inşasında istikamet açısı ve rehberlik pusulası olur.
Nesip Hiçyılmaz der ki: “Ey gönül denizinde söz incileri bulunan, kalk! Kalk ve inci değerinde sözler söyle. Gönül dalına konan mânâ kuşunu avla. Hikmet yüklü gönlünle, günlük hayatı aşacak düşünsel bir duruş sergile. Söze can ver, cana beden giydir. Can kuşun ten kafesini terk etmeden kalbini ihya, günahlarını imha et. Aklın, ruhundan feyz alsın. “
Mevlana; “Bir söz bir âlemi yıkar, bir söz de ölmüş tilkileri aslan eder. Canlar aslen İsa nefeslidir; bir anda merhem olurlar. Canlardan perde kalksaydı; her canın sözü Mesih’in sözü gibi tesir ederdi.” diyerek kelamın çift yönlü oluşunu veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Önemli olan sözün kulaktan zihne inmesi, oradan da kalbe inerek ve hale dönüşerek derinlik kazanmasıdır.
Mevlana; “Aynı dili konuşmak hısımlık ve bağımlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer. Nice Hintli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Nice iki Türk vardır ki birbirine yabancı gibidirler. Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir. Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder.” diyerek gönül dili konuşmanın hal ile iletişim kurmanın bizleri kemale eriştireceğini ifade etmektedir.
Orta yol
Gönül dili; muhatabımızın kalbine, ruhuna, zihin dünyasına dokunmaktır. Bu dokunuşta da orta yolu takip etmenin hayatî derecede önemli olduğu açıktır. Sadi Şirazi der ki: “İnsanlarla münasebetin ateşle münasebetin gibi olsun. Çok uzaklaşma donarsın; çok yaklaşma yanarsın!” Bu altın orandaki temel uyarıyı dikkate almamız, toplumsal ilişkilerde ve iletişimde büyük bir önem arz etmektedir.
Gönül dili ve mütebessim bir yüz ifadesiyle hikmete dayalı söylenecek olumlu bir mesajın aşamayacağı psikolojik bariyer yoktur. Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem; “İnsanlara tebessüm etmeniz de bir sadakadır.” diyerek tebessümün önemini ortaya koymaktadır. Sadi Şirazi; “İnsan ruhunu iki şey karartır: susulacak yerde konuşmak ve konuşulacak yerde susmak.” diyerek ölçüyü koymuştur.
Hepimizin görev ve sorumlulukları vardır. Günümüz dünyasında, yanlış yapanlarını yanlışlıklarını, hatalarını kırmadan dökmeden söylememiz, susmamız gereken yerde de konuşmamamız, dinlememiz hikmetin ve olumlu davranışın gereğidir. Zira hakkı, hakikati bizler söylemediğimiz zaman, kötü niyetli, hırslarının esiri ve ben-merkezci insanlar, toplumu yanlış bilgilendirerek; fitneye, toplumsal kaosa sebep olabilirler.
Bilgi nurdur
Gazali; “Bilgi; hüküm ve hikmet sahibi olanın elinde nurdur, hikmetten yoksun olanların elinde nardır.” diyerek bilginin, toplumsal ilişkilerdeki yönlendirmelerde ki çift yönlü oluşuna dikkat çekmiştir.
Bilgi; ehliyetli, sorumluluk sahibi insanların eliyle; neslin ıslahına, arzın imarına, varlık dünyasının ihyasına, geleceğimizin inşasına, toplumun aydınlanmasına, yükselmesine vesile olabileceği gibi; ehil olmayan, hikmetten ve irfanda yoksun insanların eliyle neslin ifsadına, toplumun tefessüh etmesine, geleceğin karanlıklara gömülmesine, olumsuzlukların artmasına neden olur.
Muhammed İkbal der ki: “Basiretin elinde yeterli güç olmasa dahi, ahlaki davranışta yükselme olur; fakat bu yaşayan bir medeniyetin temellerini atmaya yetmez. Ayni şekilde, güç ve iktidar basiret ve ahlaktan yoksun olursa, bu insanlık için yalnızca felaket getirir.” İçinde yaşadığımız çağda basiret ve ahlaktan yoksun küresel güçlerin, dünyayı nasıl bir fesada ve felakete doğru sürükledikleri ortadadır.
Nesip Hiçyılmaz der ki: “Kalk! Kalk ve sahih ve salih düşünceyle içindeki sığınakları birer birer yıkarak, kemikleşmiş zihniyeti budayarak yer aç kendine, özüne dön. Öze dönüş, özneliğe dönüştür. Kendine özgü bir duruş ve doğruluş hamlesidir. Kendin olmaktır. Kimse başkası olmakla, kendi olmuş olmaz. Kendini kaybeden, kendi kaybeder. İnsan ya özüne döner, ya da çılgına…“
O halde bizler akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim ile geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza kısa yoldan köşe dönmeyi değil, öze dönmeyi öğretmeliyiz. Öze dönüş; dilimizi taçlandıran sözü ve aklımızı taçlandıran dili en güzel şekilde kullanmakla mümkündür.