“Ben” bilinci, şahsı şahsiyet yaparken, “biz” bilinci birbiriyle alakası olmayan kalabalıkları bilinçli toplum ve şuurlu ümmet haline getirir. Böylece bireysel bilinç formatından toplumsal bilinç formatın geçilmiş olur. “Ben” bilincine sahip olmak yani kişinin kendini tanıması şahsiyeti teşekkül ettirir, ben merkezli düşünme ise egoizmi ifade eder. Müslüman ümmet şuuru ile kelime-i tevhidi merkeze alır.
“Biz” bilinci, insanın doğuştan sahip olduğu ırk, dil ve cinsiyet gibi “verilmiş değerler” üzerine inşa edilemez. Ancak “biz” bilinci; iman, ahlak, erdem, adalet, merhamet gibi “kazanılmış değerler” üzerine inşa edilebilir. “Verilmiş değerler” üzerinde bizim bir dahlimiz, bir tasarrufumuz ya da müdahalemiz olamaz. Ancak, “kazanılmış değerler” üzerinde bir emeğimiz, bir alın teri ve zihin terimiz olduğundan tasarruf hakkımız vardır.
Başkasını fark et
Bir düşünür, “ben” kavramını analiz ederken şunları söyler: “Ben demek, ancak, “sen”in ve “o”nun olduğu yerde bir anlam kazanır. Dolayısıyla ben idraki, insanı başkasının varlığını tanımaya götürür. Bir ben, başkası olmaksızın idrak edilemez. Bu da mecburen başkasının varoluşunu, kendi varoluşu kadar anlamlı bulmak demektir.
Başkasını fark edemeyen bir ‘ben’in varacağı nokta ben idraki değil, bencilliktir. Bencillik başkasını yok saymak üzerine, ben idraki başkasını fark etmek üzerine inşa edilir. Başkalarını fark etmek nasıl varoluşsal barışıklık haliyse, başkalarını yok saymak da varoluşsal küskünlük halidir”.
“Biz” bilinci, birlikte olmayı, birlikte iş yapmayı, işbirliği, güçbirliği yapmayı sağlar. Yetenekleri, potansiyelleri, becerileri farklı olan bireyler, bir araya gelip birliktelik sağlayınca müthiş bir potansiyel ortaya çıkar. Üç tane 1 ayrı ayrı olunca, toplamda üç olurken, bu üç tane bir sırt-sırta verince 111 hükmünde bir güç haline gelir. “Biz bilinci” böyle bir güç devşirir. Bu güç, hayırda ve toplumsal yararda kullanıldığı zaman, toplumda müthiş bir sinerji ortaya çıkar.
Farklı renkler, farklı karakterler, farklı yapılar birer zenginlik olarak algılanırsa, “hasım” zannedilen kişiler “hısım”, “rakip” zannedilen kişilerin “ortak” olabileceği fark edilir. Her bir bireyin farklı yetenek ve kabiliyette olduğu gerçeği fark edilir ve buna uygun bir tutum sergilenirse, hayatta birçok zorluğun aşılacağı ve umulmadık kolaylıkların ortaya çıkacağı görülecektir.
Basamak değeri
Newton derki: “İnsanlar sayılara benzer. İnsanların değeri, sayıdaki basamak değeri ile ölçülür.” Örneğin, 1111 sayısını göz önüne alalım. Burada dört tane 1 vardır. Birler basamağındaki 1 bir hükmünde, onlar basamağındaki 1 on hükmünde, yüzler basamağındaki 1 yüz hükmünde iken, binler basamağındaki 1 bin hükmündedir.
İnsanlar da böyledir. Her bir insan taşıdığı değer, onur, kabiliyet bakımından farklılaşır. Bin kişi hükmünde insan olabileceği gibi, bir hükmünde olan insan da vardır. Kur’an bize bu konuda tek başına ümmet olan Hazreti İbrahim aleyhis selam’ı örnek gösterir.
Basamak değerimizi arttırmanın yolu, sorumluluklarımızın, misyonumuzun ve vizyonumuzun bilincinde olmak ve bunun gereğini yerine getirmektir. Bu bağlamda, bildiklerimizi “yaşama”, yaşadıklarımızı “paylaşma” ve paylaştıklarımızı “taşıma” sorumluluğumuz vardır. İbrahim aleyhis selam da kendi kendisi ile çelişmemiş ve putları kırma iradesini sergilemiştir.
Bu sorumluluk bilinciyle hareket eden erdemli kişi, taşıdığı ulvi gayeyi “temsil” etmeli, onun altında ezilmemeli, o ulvi gayeye uygun bir yaşam ortaya koymalı. Bu çerçevede, iyiyi, doğruyu ve güzeli, “tebliğ” ve “teşvik” ederek, taşıdığı ulvi sorumluluğun gereğini yerine getirmelidir. Peygamberlerin bizzat yaşayarak insanlığa öğrettikleri hakikat de budur.
“Temsil”, “tebliğ” ve “teşvik”, sürekli akan bir nehir gibi, insanımızı her türlü kirden arındırarak, erdemli bir toplumun inşası gerçekleştirilmelidir. Bu da ancak her türlü “ego”dan arınmış bir “ben” ve bütün bir insanlığı kucaklayan “biz” bilincinin oluşmasıyla mümkündür. Zira insanlığı bir bütün ve akrabalar topluluğu olarak görmeyenler insanlığın yaralarına çare bulamaz.