Bir olayı veya bir nesneyi ya da bir olguyu analiz ederken herkes bulunduğu pencereden, kendi zaviyesinden bakarak ya da kendi ilim dalının bakış açısını esas alarak değerlendirmesini yapar. O değerlendirme, sahibinin gerçeğidir. Bu mutlak gerçeklikten ayrı göreceli bir gerçekliktir. Bana göre, sana göre, ona göre olan bir gerçeklik, göreceli/ izafi gerçekliktir.
Batman’ın konumunu değerlendirirken, kuzey, güney, doğu ve batı olmak üzere dört yönden noktalar tayin edelim. Her bir noktaya bir kişiyi konumlandıralım. “Batman nerede duruyor?” sorusunu soralım. Kuzeyde duran kişiye göre Batman güneyde duruyor. Güneydekine göre kuzeyde, doğudakine göre batıda ve batıdakine göre doğuda duruyor. Peki hangisi doğru söylüyor?
Göreceli gerçeklik
Göreceli gerçekliğe göre, dördü de doğru söylüyor. Çünkü, dördü de bulundukları yerden bakınca dedikleri doğru çıkıyor. Bir de şöyle bakalım: Batman ve bu dört kişi sabit duruyor. Ancak uzaydan bakıldığında, uzaydaki gözlemciye göre Batman ve dört kişi uzayda hareket halinde. Dolayısıyla herkes bulunduğu yerden olayları, olguları, nesneyi, eşyayı ve evreni değerlendirir. Farklı sonuçların çıkması bu yüzdendir.
İnsanın görüşünü şekillendiren en önemli unsurlardan birisi de ihtiyaçlardır. Hayata bakışımıza göre ihtiyaçlarımız farklılaşır. Mesela ahlakı önceleyen bir insan toplumdaki ahlaki yozlaşmadan çok rahatsız olur, çünkü onun dünyaya bakışı ahlak merkezlidir. Dini önceleyen bir insan için dinini yaşayabileceği bir Medine onun için en önemli ihtiyaçtır. Ekonomik gereksinimleri önceleyen bir kişi için ise en önemli problem enflasyon, pahalılık ve alım gücünün düşmesidir.
Modern çağda bilimlerin çeşitlenmesi ve branşlaşma ile birlikte parçacı bakış açısı da revaç bulmuştur. Örneğin karaciğerinizi tedavi etmek için aldığınız ilacın bir müddet sonra midenize zarar verdiğini öğrenirsiniz ve bu sefer mide koruyucusu kullanmaya başlarsınız. Gerçek bir “hekim” hikmetli tedaviyi bulan ve vücudu bir bütün olarak ele alan kimsedir. Dolayısıyla bir hekim sadece kendi branşının bilgisi ile yetinemez.
Güzel bir anekdot
Bununla ilgili çok güzel bir anekdot anlatılır. Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet, bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir eve sığınırlar. Ev sahibi, misafirlerine bir şeyler ikram etmek için yanlarından biraz ayrılır. Hepsinin dikkati soba üzerine toplanır. Soba yerden bir metre kadar yukarıda, altındaki dizili taşların üzerindedir. Aralarında sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar.
Kimyacı; “Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş. Böylece daha kolay yakmayı amaçlamış” der. Fizikçi; “Adam soba yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş” der. Jeolog; “Burası tektonik hareketlilik olan bir bölge olduğu için herhangi bir deprem anında sobanın taşlarının üzerine yıkılmasını sağlayarak, Yangın ihtimalini azaltmaya amaçlamış?” der.
Matematikçi; “Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış” der. Antropolog; “Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı sebebiyle sobayı yukarı kurmuş” der. Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarıda olmasının sebebini sorarlar. Adam şöyle cevap verir: “Boru yetmedi de efendim!“
Bütüncül bakış
Gerçeklik, bütüncül bir bakış açısıyla ve bağlamından koparılmadan çok boyutlu, çok değişkenli fonksiyonlarla ve evrensel bakış açısıyla değerlendirilirse ve bütün bakış açıları görerek analiz edilirse, gerçeklik (hakikat), göreceli olmaktan çıkar. Dolayısıyla insanların bu hakikati kabul etmemesi düşünülemez. Bireysel ve toplumsal gerçeklikler, bu perspektifle değerlendirilirse bir çok sorun kendiliğinden hallolur.
Böyle bir bakışa ulaşabilmek için önce ilmî, sonra irfanî sonra da hikemî bakış açısını kazanmak gerekir. İnsanları kategorik olarak analiz ettiğimiz zaman, üç grupta değerlendirmemiz mümkündür. Bu üç kategorik yapı eskilerin tabiriyle; Akval, af’al ve ahval olmak üzeredir. Akval üzere olan kişiler, ilim sahibidirler. Alimdirler, onlar olayları, olguları, eşyayı ve evreni “ilmel yakin” yani ilmi gerçeklik perspektifiyle değerlendirirler.
Af’al üzere olan kişiler, ilmi bakışın üzerine irfani bakışı eklemiş kişilerdir. Onlar ariflerdir, olayları, olguları, eşyayı ve evreni “aynel yakin” yani görsel gerçeklik perspektifiyle değerlendirirler. Ahval üzere olan kişiler ise ilim ve irfana hikmeti eklemiş hal ehli kimselerdir. Onlar hâkimdirler, olayları, olguları, eşyayı ve evreni “hakkel yakin” yani mutlak gerçeklik ve hikmet perspektifiyle değerlendirirler.