Öyle konuş ki sözün dosdoğru olsun. Kur’an’ın tabiriyle kavl-i sedîd olsun. Hakikatimiz, her şart altında Yaratıcımıza verilen ahde vefa ve istikamet üzere olmaktır. İnsanlarla, farklı toplumsal katmanlarla iletişime geçen bir mü’minin, sözünü de buna göre şekillendirmesi gerekmektedir.
Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin, günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse gerçekten büyük bir kazanç elde eder.” (Ahzâb, 70-71)
İki yerde geçer
Kavl-i sedîd, Kur’ân’da iki yerde geçmektedir. Bunlardan birincisinde, kendimiz için doğruluk, adâlet ve hakkaniyetle muamele görmek istiyorsak, işlerimizin ve hâllerimizin düzelip Allah’ın bizi affetmesini diliyorsak, kendi haklarını savunamayacak durumda olanların (yetimler) haklarını korumak için doğru, samimi, âdil ve hakşinas olmamız emredilerek “kavlen sedîdâ” (Nisâ, 9), yani doğru söz söyleyin, denilmektedir.
Kavl-i sedîd’in geçtiği ikinci yer, mutlak anlamda inananların sözlerinin ve konuşmalarının niteliğinin açıklandığı (Bkz. Ahzab, 70) ayettir. Doğru sözlü olmak ve asla hiç kimseyi aldatmamak, Müslümanlığımızın olmazsa olmaz bir şartıdır. Müslüman, acı da olsa, kendi aleyhine bile olsa doğruyu söyler.
Peygamber Efendimiz sallellahu aleyhi ve sellem, şakalarında bile hakikat dışı bir ifade kullanmamıştır. Zira onun doğruluk şuuru öyle bir hassasiyet hâline gelmişti ki, bir kadının çocuğunu çağırırken: “Gel bak sana ne vereceğim!” demesi üzerine hemen kadına, ona ne vereceğini sormuş, kadın da birkaç hurma vereceğini söyleyince: “Şayet ona bir şey vermeyecek olsaydın, sana bir yalan günahı yazılırdı” buyurmuştur.(Süleyman b. Eş’as Ebû Dâvûd, Sünenü Ebî Dâvûd, (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1413/1992), “Edeb”, 80/4991; Ahmed b. Hanbel, Müsnedü Ahmed b. Hanbel, (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1413/1992), III, s. 447)
Taşı gediğe koymak
Muhammed Esed, kavl-i sedîd ifadesinin kelime anlamıyla “taşı gediğine koyduran söz” bir başka deyişle doğru ve yerinde söylenen söz anlamına geldiğini belirtir. Ayrıca başkaları hakkında gizli anlamlardan, imalardan ve yersiz kuşkulardan arınmış bir şekilde konuşmayı ve hakikati olduğu gibi, abartmadan ve eksiltmeden aktarmayı da kavl-i sedîd bağlamında değerlendirir. (Bkz. Esra Hacımüftüoğlu, Erzurum İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 42, Erzurum, 2014)
Kavl-i Sedid, sözün en önemli vasfıdır, ancak tek başına vasfı değildir. Doğru sözün; yeri ve üslubu daha da önemlidir. Üstad Bediüzzaman; “Her dediğin doğru olmalı, ama her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir. Her dediğin hak olmalı, ama her hakkı her yerde söylemeye hakkın yok” diyerek, doğru sözlü olmamızın yanında, hikmetle ve irfanla hareket etmemiz gerektiğini belirmektedir.
İmam Şafii; “İslam kal dini değil, hal dinidir” diyerek, İslam’ın sadece söylem dini olmadığını, yaşam dini olduğunu, söylemlerimizle eylemlerimizin örtüşmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bu sözden ilham alarak, İslam’ın bir müntesibi olarak, Müslüman “kal insanı” değil, “hal insanı”dır. Söylem ve eylemlerimiz, davranışlarımız birbirini tekzip etmemeli, aksine birbirini tamamlamalı ve güçlendirmelidir.
Toplum indinde, sözlerinin doğruluğuna inanılan ve davranışları ile herkese güven veren, “El Emin” vasfını taşıyan Peygamber Efendimizi örnek almalı ve sorumluluğun bilincinde olan bir kişiliğe sahip olmalı. Zira Müslüman; kişilikli, onurlu, iki omuzu üzerinde bir “baş” taşıdığının farkında olarak, taşıdığı başın tüm sorumluluklarının bilincinde bir düşünme ve karar verme kapasitesine sahip kişidir. Bu bilinç ve donanımla, sözlerimizin doğruluğu ve davranışlarımızın istikamet üzere olması, davamızın anlaşılmasına ve yayılmasına katkı sağlar.
Prof. Dr. Şemsettin Dursun/ İrfanDunyamiz.com