Dünyayı yaşanabilir kılmak, ancak iyilikle mümkündür. Bütün insanlığın iyilikte karar kılması mümkün değildir, kötülük her zaman olacaktır ama iyiler söz sahibi olursa küresel iyilik sağlanmış olur. İyilik, başkasının derdiyle dertlenmektir, merhameti kuşanmaktır, adaleti tesis etmek ve empatik yaklaşmaktır. Ben zindanlarından kurtulup biz saraylarında yaşamaktır.
Çağımızın gittikçe yaygınlaşmakta olan depresif ruh hâlinin, bunalım ve buhranların şifası, iyilikten ve iyilik yapmaktan geçer. Çağımızın vebası olarak bilinen anlamsızlık ve amaçsızlıktan türeyen korku, kaygı, stres, gerginlik ve can sıkıntısı da ancak insanın fıtrat yasası olan İslam nizamı ile kopardığı bağını tekrar kurması, köklerine sarılması ile aşılabilir.
İyilik terapidir
İnsan için en büyük kayıp, anlam kaybıdır. Varlığının, varoluşunun anlamını, güzelliğini, hikmetini yitirmesidir. Bu alanda başarılı olmak için temel değerleri savunan, koruyan, kollayan, içselleştiren ve destekleyen iyilikle mümkün olabilir. İyilik insanın hayata karşı bir duruş sergilemesidir, bu bir hayat tarzıdır. Allah’ın kulu olduğunun farkında olan güzel insanlar bu tarzı benimser.
Dr. Mustafa Merter der ki: “Biyopsikososyal dediğimiz yani ilaç, psikoterapi ve sosyal faaliyetler yaklaşımına eğer biz hayır faaliyetlerini ekleyemezsek bugün içinde bulunduğumuz durumdan kurtulamayız.” Hayır işlerini, iyiliği bir terapi olarak gören bu yaklaşım gerçekten de çok önemli. Daima iyilik üzere olmaya çalışmak, iyilikten sıkılmamak, bu anlayışı benimsemek ve sürdürmeye çalışmak insanın şifasıdır.
İnsanı iyilik kadar tatmin eden, mutlu eden acaba kaç şey vardır. Maddiyat arttıkça doyumsuzluk da artabiliyor. Örneğin lüks bir araba ile hava atmak basit düşünce yapısındaki insanlar için nefse hoş gelebiliyor ama onu asla mutlu etmiyor. Ama o tekerlekler Allah için döndüğünde, o araba bir yaşlıyı hastaneye götürmek ya da başka bir hayır işi için kullanıldığında insana tarifsiz bir mutluluk yaşatıyor.
İyilik kazandırır
Bir anekdot anlatılır. Yatakta yatan adam, baş ucundaki genç doktora; “Allah senden razı olsun evladım. Bu ameliyatı yapmak için yurtdışından buraya kadar gelmeni yaşadığım sürece unutmayacağım” der. Ameliyat edilen hasta, büyük bir hastanenin başhekimidir. Tedavisi yalnızca yurtdışında mümkündür. Hastalığı aniden artınca çoğu öğrencisi olan öteki doktorlar, onun uzun bir yolculuğa çıkmasını doğru bulmazlar. Kurtulma ümidi az olmasına rağmen tedavi etmeye karar verirler.
Fakat o hastalığın sayılı uzmanlarından olan genç doktor, nereden haber almışsa almış ve bir Hızır gibi yetişip onun kurtulmasına vesile olmuştur. Hasta genç doktorun bu kadar uzak bir yerden gelmesine anlam veremez. Kendi kendine bunun hikmetini düşünür. Yaşlı hasta yattığı yerden genç doktorun elini tutar ve onu bırakmamak için durmadan konuşur. O elleri okşar gibi sıvazlarken şöyle der:
“Ben, doğum uzmanıyım, bir zamanlar anne karnındaki bir bebeğin sakat olduğunu anlamış ve onun bu şekilde yaşamaktansa öldürmeyi düşünürken, kıyamayıp doğmasına müsaade etmiştim. Sapa sağlam yavruları bile ana rahminde öldürenlere inat, onun yaşamasını istediğim için hayatta bildiğim o tek iyiliğime karşılık Allah seni bana göndermiş olmalı.”
Genç doktor, ellerini gevşetip biraz geriye çekilir ve dizlerinden aşağısı takma olan bacaklarını gösterir. “Ben de öyle düşünüyorum efendim” diye gülümser. Sonra o çok etkileyici gerçeği açıklar: “Kurtulmasına vesile olduğunuz o çocuk, benim.” Bu anekdot ne kadar doğrudur bilemem ama hiçbir iyiliğin boşa gitmeyeceği burada çok güzel ifade ediliyor.
İyilik boşa gitmez
Değerlerin değersizleştiği ve hayatın sekülerleştiği bir zaman diliminde anlam üzerine konuşmak, iyiliği, güzelliği, adaleti, empatiyi öne almak her zamankinden daha anlamlı olduğu bir hakikattir. Medeniyet tasavvurumuzda çok temel bir prensip vardır: “İyilik yap, denize at. Balık bilmezse Halık/ Yaratan bilir.” Bütün mesele yapılan iyiliğin karşılıksız olmasıdır.
Sadece Allah rızasını esas almak, insani değerleri öne çıkarmak, insan odaklı bir anlayışla yola revan olmak, iyilik merkezli bir hayatı bina etmek, hayatın inşasında önemli adımlardır. İnsan merkezli bir anlayışla hayatı inşa etmek ve bu çerçevede iyiliği yaygınlaştırmak, yaratılışımıza en uygun yaklaşım tarzıdır. Bizim insanlığımızı gerçekleştireceğimiz yaklaşım bu yaklaşımdır.
Mevlana; “Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma. Benim için ağlama, yazık, vah vah deme; şeytanın tuzağına düşersen, o zaman eyvah demenin sırasıdır” der. Şeytanın tuzağına düşen insan kötülüğün bayiliğini yapar. İyi insanlar için ağlamaya gerek yoktur. Çünkü onlar iman ile kendileri için sunulan iyilik kriterlerini yerine getirmiş ve ilahi müjdelere nail olmuşlardır.
Farabi de benzer bir yaklaşımla; “İyi bir insan öldüğünde ona ağlamayın. Asıl onu kaybeden topluma ağlayın” der. Farabi’nin sözünü ettiği ”iyi insan” erdemli, kendini aşan ve her yönüyle topluma örnek olan numune-i imtisal kişidir. Bu tip insanlar, kendilerini insanlığın geleceğinin inşasına adayanlardır. Günümüz dünyasında iyi insana ne kadar çok ihtiyaç var!