Aşk-ı Turkuaz ile Özbekistan’a yaptığımız unutulmaz seyahati Seyfullah Yiğit kardeşimin akıcı, düşünceye daldırıcı, tarihi keşfederken aslında kendimizi ve geleceğimizi keşfettirici tahayyül gücünden okumaya devam ediyoruz bugünkü yazıda da.
Urgenç’ten Hive’de yer alan hotelimize geçiyoruz… Biraz istirahat ettikten sonra açık müze gibi duran Hive’de seyahat etmeye başlıyoruz. Bu arada rehberimiz Yıldız kardeşin de heyecanı gidiyor, mahir bir rehber olduğunu hemen fark ediyoruz. Tabii Yusuf Hocamızın etkisiyle olsa gerek grup arasında çok çabuk bir ünsiyet oluşuyor. Tek bir vücut gibiyiz sanki.
Böyle bir neşve hâli var üzerimizde.
Bu neşveyi henüz Hive’de yakalayabilmiş olmak çok güzeldi gerçekten. Çünkü bazen ruh ve beden aynı anda seyahat etmiyor. Beden olarak gittiğiniz yere ruh olarak gidemeyebiliyorsunuz. Biz Hive’deydik her birimiz ayrı ayrı ve yek vücut olarak…
Hive’de çok güzel bir Cuma namazı eda ediyoruz. Çok sade bir makamla ezan okunuyor. Çok sevdim ezanı. Hoca da çok sevmiş olmalı ki, videoya almamı söyledi.
Tesbihat sonrasında cemaatin en yaşlısının dua etmesi dikkatimi çekti. Bunu şöyle yorumladım: En azından cami içinde en büyük olana değer verilerek Müslüman cemiyette yaşlıya, büyüğe verilen önem, hürmet bir şekilde diri tutulmuş oluyor. Ayrıca beli bükülmüş ihtiyarların öncülüğünde Allah’a(cc) niyazda bulunmak daha çok rahmete de vesile olurdu.
İkindi namazımızı Cuma mescidinde kılıyoruz. Buralar on yıllarca Sovyet etkisinde kalmış. Bağımsızlıktan sonra bakir kalan bu bölgeler farklı kültürlerin tesirine açık hale gelmiş. Suud ve İran kültürlerinin etkisini görmek mümkün. Tesbihatlarda Suud etkisi, Cuma Mescidi adlandırması da İran etkisinin eseri.
Pehlivan Mahmut’un kabir ziyaretine gitmedik Yusuf Hoca, İsrafil abi ve ben. Grubumuz heyecanla döndü oturduğumuz yere ve çok şey kaçırdığımızı söylediler. Oysa biz çok derin bir sohbet gerçekleştirmiştik. Fıtrî bir akışla gelen çok derin bir sohbet. Ağaç gölgesinde oturmuş, Hive’yle belki de ilk defa bu kadar yakın temas kurmuştu ruhlarımız, böyle bir hal ile muazzam bir sohbetti o sohbetimiz… Pehlivan Mahmut bizi anlayışla karşılayacaktı eğer sohbetimize iştirak edebilseydi. İnanın bunu Pehlivan Mahmut’tan duyar gibiyim: “Bu sohbetinize değdi dostlar… bizlerin de hayattayken yapmak istediği şey aslında bu ruhu, sizin oluşturduğunuz bu ruhu oluşturmaktı. Sizler bizlerin mirasçılarısınız…” derdi. Bizler de inşaallah âmin diyoruz.
Evet, şehrin girişindeyiz. Yine ayrılmak için. Bekliyoruz bu tarihî kadim şehir’e elveda demek için. Mustafa Hoca’yla Yusuf Hoca sohbet ediyor. Ben ise onların seslerinin verdiği dinginlikte şehrin kapısında şehre girenleri seyrediyorum şehrin tarihinde! Savaşlar… göçler… kervanlar… ile oluşan şehrin her anlamdaki zenginliği üzerine tefekkür ediyorum…
Hâlâ Hive’nin şehir kapısındayız. Şehrin girişinde oturan Yusuf Hocamın çaprazında bir ağaç gölgesine geçtim. Onu temaşa ediyorum ondan habersiz bir şekilde. Şu hisler döküldü kâğıda…
Harezm bölgesindeyiz. Bu güzel şehrin kapısında oturan ve bütün ümmetin sorunlarını omuzlayan adamın, kapısında tevazuyla gölgelendiği şehirdeyiz. Ben, seyyah Seyfullah, İslâm ümmetinin yükünü omuzuna almış adamın çaprazında çimenlerin üstünde bir ağaç gölgesindeyim. Büyük savaşçı, kalemi ve fikirleriyle ümmetin önünü açmak için savaşan Yusuf Kaplan’ı temaşa ediyorum. Onunla tarihe giren Müslümanları seyrediyorum. Şimdiden istikbale bir kapı açtık tıpkı kapısında durduğumuz Hive’ye açılan kapı gibi…
Hive’den Buhara’ya otobüsle geçeceğiz. Yaklaşık 6-7 saatlik bir yolculuk olacak. Yol boyunca da güzel anılar biriktirdik. Yine birçok not aldım yol boyunca. Şöyle diyerek Hive’den ayrılıyoruz: Biz Hiveniniz, Hive bizim. Biz Hive’yi terk etsek de Hive bizi terk etmez.